Kreşten Üniversiteye Türkiye

Eğitim ve sistem, Türkiye’de eğitim sistemimizin iki eksiği olarak yıllar önce ifade edilmiş. İçinden geçtiğimiz günlerde herkes, ister istemez her zamankinden daha fazla, okulu, öğrenmeyi, eğitimi, eğitimciyi, müfredatı ve daha birçok konuyu tartışıyor. Bu haklı sorgulamanın elbette çok travmatik ve trajik bir geçmişi var. Belki memleket meselelerinin ilki ve hala çözülmemiş ulusal bir dert bu konu. Milli Eğitim Bakanlığı’nda veya YÖK yönetiminde herhangi bir değişiklik olduğunda heyecana geliyor; elinde sihirli değnek olduğu varsayılan veya bulunduğu konumda %100 hür ve iktidar sahibi olacağını varsaydığımız bürokratlar üzerinden eğitim ve öğretimi yeniden tartışmaya başlıyoruz.

Bu durumu gündelik konuşmalardan kurtarıp yüksek lisans tezi için araştırmaya dönüştüren, öğretim üyelerinin görmek istedikleri üniversite öğrencisi profili ile üniversiteye hazırlanan ortaöğretim öğrencilerinin üniversiteden beklentileri üzerine çalışan bir araştırmacı, benden bu konuda görüş rica etti. Doktora sonrasında pazarlama alanında lisans dersleri verdiğim için naçizane bir katkı sunabileceğimi düşündüm. Önce “Acaba koronavirüs günleriyle mi ilgili bu mülakat” diye baktım ama değildi, çok şükür. Birazdan aşağıda yer vereceğim.

Ülkece eğitim-öğretim tecrübemiz ortada. Üniversite sınavında “Hiç bir şey gelmezse öğretmenlik yazarım” diyerek tercihte bulunanlar, geleceğimiz olacak gencecik yaş ağaçları, kısa zaman içinde kötü şekilde eğiyorlar. Ortaöğretimlerin büyük çoğunluğu, üniversiteye gidecek veya hayat okuluna devam edecek öğrencileri, karşılaşacakları ortamlara sıfır bilinçle gönderiyor. Üniversiteye gelen lise öğrencileri, amaçsızlık ve hayal kuramama virüsünü kısa sürede kapıyor.  Tercih ettiği bölüme fikren zıt olan ve hatta nefret besleyen öğrenciler, ülkeye ve kendi kararına isyan ede ede ve okul ve sınıf ortamını boza boza, dersleri geçmeye çalışıyor. Çoğu üniversite mezunu, istihdam edileceği iş ortamının asgari gereklerini kazanamadan diplomasını alıyor. Doğrudan 05-24 yaş arasını ilgilendiren bu sorunlar, esasında toplumumuzun tarihini şekillendiriyor. Okul öncesine ve aile yapılarına kadar giden bu sorunlar, 2021 yılında iyice kördüğüm olmak üzere. Kurum ve kavram olarak ‘okul’un yeniden tanımlanması ve tasarlanması gerekiyor.

Daha pandemi devam ederken, yarına dair tahminler 2020 Ocak ayından bir adım ileriyi göremeyecek kadar kör ve sağırken, çoğunda akademik prodüktivite ve teşvik puanı kasılan, bilimsellikten ve katma değerden uzak anketler arasındaki bu çalışmaya severek az ve öz cevaplar verdim. İlgili bürokratların ve devlet büyüklerinin böyle bilimsel çalışmaları dikkate alıp almayacağı, bunlarla politikalarına yön verip vermemeleri bir başka milli mesele olduğundan ona hiç girmeden yalnızca soru ve cevapları ve sonra da eğitim-öğretime dair genel düşüncelerimi okuyacaksınız.

1. Lisede nasıl bir eğitim yapılmalı? Öğrenciye bilgi, beceri ve yetkinlikler açısından neler kazandırmalı? Ortaöğretimden mezun bir öğrenci hangi yetkinlik ve becerilere sahip olmalı?

Her tür lisede her bir branş, kesinlikle pratik-uygulama-tetkik etme ile entegre edilmeli. Müfredattaki her dersin gerçek dünyadaki yeri gösterilmeli, yaşatılmalı ve deneyimletilmeli. Öğrenci, bir probleme veya fırsata baktığı zaman, asıl problemle semptomları hesaba alabilmeli. Bilgiye baktığı zaman onun gerçek hayattaki yerini hayal edebilmeli. Öğrendiğini uygulayabilmek için adımları izlemeyi, doğru harekete geçmeyi bilmeli. İşe yaramayan gereksiz bilgi hafızadan nasıl çıkarılır (unlearn), bu beceriyi kazanmalı.

2. Üniversiteye yeni başlayan bir öğrencide görmek istediğiniz özellikleri tanımlar mısınız?

Tercih etmiş olduğu bölüm ile son derece ilgili, hayal ve hedef sahibi ve gayretli. Baskın yeteneğini bilen, bir bilenden bir ustadan bir şey öğrenmeye razı bir kişilik tipi.

3. Çoğunlukla karşılaştığınız öğrenci tipi hangisidir?

Kendi başına bir araştırma yapma gayretinden çok uzak. Hayata dair bir amacı, uçuk bir hayali bile olmayan, hedefsiz, gayesiz, umutsuz ve plansız öğrenci.

4. Teknolojik gelişim hızına bağlı olarak öğrenci profilinde nasıl bir değişim ve dönüşüm gerçekleşti?

Dersten daha kolay kopmaya meyilli. “Arama motorlarıyla her şeye ulaşabilirim” diye derinlemesine öğrenmeye ihtiyaç duymuyor. Bilgiyi öğrenmeye ve tekrar etmeye değil, PDF, fotoğraf, ses kaydı olarak istiflemeye meraklı. Yapmayı bilmiyor, yapmakla ilgilenmiyor. Birkaç malumatın kendine yeteceğini düşünüyor. Zorlandığında her şeyin internette ve YouTube’da olduğunu, lazım olduğunda açıp bakılabileceğini açıkça dile getiriyor. 

5. Günümüzde üniversitelerde işgücüne katılacak beceri ve donanıma sahip öğrencilerin yetiştiğini düşünüyor musunuz?

Hayır, böyle yetişen öğrenci profili %10 civarında ki bu da işgücü ihtiyacının çok altında. 35 kişilik sınıfın 30’u reel sektör / gerçek dünyanın doğasından kopuk, temel becerilerden uzak, donanımsız denecek seviyede ve bunun farkında bile değil. Fakat, bunun neden önemli olduğu anlatıldığında ise Hollywood filmi izler gibi size bakıyor. 5 kişi ise keşfedilmeye ve teşvik edilmeye ve sıkı yetiştirilmeye muhtaç. Fakat onlar da aşağılık kompleksinin farklı bir tezahürü olarak, sürekli kendine ve çevresine medyada gösterilen o başarı profilleriyle kendilerinin arasındaki farkın asla kapanmayacağı ümitsizliğine kapılıyor.

6. Ortaöğretim kurumlarında öğrencilerin üniversiteye yönelik bilinçlendirildiklerini düşünüyor musunuz?

Hayır, çok az seviyede bilinçlendiriliyor. Şehir ve liseye göre sıfır bilinçle tercih yapan yüzbinler var. Üniversiteyi yüksek lise, lisenin devamı gibi gören öğrenci de veli de çok fazla. Üniversitede ne yapılır, öğrencinin sorumluluğu nedir, sonrasında ne olur bilmiyor, hayal bile etmiyorlar. Akademisyenleri öğrencileri dersten sorunsuzca geçirmekle ve mezun aşamasına ulaştırmakla sorumlu memur olarak görüyorlar.

7. Ortaöğretim öğrencilerini yükseköğretime hazırlarken neler yapılmalıdır?

Öğrencilere kesinlikle yetenek ve kişilik testleri yapılmalı. Rastgele tercih yapılmasının önüne geçilmeli, öğrencinin hayalini kurduğu değil yetenek ve kişiliğinin uyduğu bölüm tercih ettirilmeli. O bölüm mezununda aranan ideal özellikler, özel-kamu sektör ve yükseköğretimin ortak çalışmasıyla ilan edilmeli. Derslerin zorluğu, iş bulma-işsizlik durumu, maaş ortalaması açık açık anlatılmalı. Üniversitenin özelliği, toplumdaki görevi, liseden farkı, üniversite öğrencisinden beklenen nedir doğru hazırlanmalı öğrenciler.

8. Yükseköğretim ile ortaöğretim arasında nasıl bir iletişim olmalıdır?

Üniversitenin gerektirdiği öğrenci profili, spesifik olarak arzulanan öğrenci niteliği, ortaöğretim kurumlarına anlık bildirilmeli. Bu doğrultuda ideal öğrenci yetiştirilmesi için müfredat, ders programı ve uygulama konularında ortaöğretim kurumları da yükseköğretimden onay ve destek almalı.

Üniversiteye gelecek lise öğrencilerine dair sorular ve cevaplarım bu şekildeydi. Bu kanayan yaraya dair birkaç yorumumu ekleyip bitireceğim.

Benim hem lisede hem üniversitede, başkalarına anlattığım ve içimde sakladığım hayallerim vardı. Üniversitede bunlar için yazar çizer, mümkün olduğunda derslerde sunum konularını bunlardan seçer, kütüphanede ilgili tezlerin katalog numarasını bir kenara yazardım. Hayalini kurduğum sektördeki şirketlere staj başvurusu yapar, Ceo’larına mail atardım. Şimdiki öğrencilerin bu kadar bolluk içinde, hayalleri olmayan, amaçsız ve gözleri bomboş baktıklarını gördükçe kendi adıma kahroluyorum. Öğrencilere hayal yazma ve dünyada şu olmalı diye quiz yapıyorum, cevap yazamayanlar oluyor…

Anadolu Lisesi mezunuyum, İstanbul Üniversitesi’nde okudum, Marmara Üniversitesi’nden master ve doktora aldım, 10 yıldır akademideyim, ona yakın lisans dersi verdim, onlarca dersi asiste ettim, yüzlerce sınavda görev aldım, binden fazla lisans-lisansüstü öğrencisinin ders-okul-iş konusunda danışmanlığını yaptım, İngiltere’de Amerika’da büyük üniversiteleri ziyaret ettim, oralardan kabul aldığım da oldu reddedildiğim de ve hayatımda birkaç yüz akademisyeni yakinen tanıdım ve bugün eğitim konusunda kendi kendime rahatlıkla “Kargadan başka kuş bilirim” diyebiliyorum. Bu yüzden şunu rahatça söyleyebilirim; rahmetli Nurettin Topçu‘nun veciz şekilde tarif ettiği eğitim sistemimiz, şu an can çekişiyor, zor nefes alıp veriyor. De facto bir mevta belki de ama farkında değiliz.

Belki binlerce aile, ortaöğretim ve hatta ilkokul için evde okul / homeschooling arayışında. Okul ortamı (ve ortamdakiler) birçok ihtiyacı karşılamıyor. Çok zamanda az bilgi öğretiliyor. Daha da trajik olanı, devlet okulundaki bir öğretmen, hiç çekinmeden çocuğunu özel okula gönderiyor. O okullar da müdür gibi görevdekilere bedavaya gelecek şekilde indirimler sunuyor. Bu öğretmenler ya da müdürler de kendi çocuğunu bile isteye kendisinin veya başka bir devlet okuluna kaydettirmiyor. Burada çok fazla bir acayiplik olduğu aşikar.

Bir zaman “Meslek lisesi memleket meselesi” diye bir kampanya vardı, amacına daha ulaşamadı. Güzel sloganın her şeyi çözmeye yetmeyeceğini de tek başına göstermişti. Koronavirüs pandemisinin ilk günlerinde o meslek liseleri, memleketin hatta dünyanın meselesine çare olacak işler yaptılar, belki de hala yapıyorlar. Günde 10 ton kapasiteyle dezenfektan üretip ayda 3 milyon maske üretim gücüne eriştiler. Meslek liselerindeki bu çalışkanlık ve üretkenlik, ibretlik bir başarı öyküsü oldu.

Yıllar önce siyasetçilerin müslümanlarla çekişmesinde imam hatipler sebebiyle kurban giden meslek liseleri, pandemi sürecinde aslında duyabilene sessizce bir şeyler haykırdı. Üniversitede kimya 1.sınıf öğrencisinin belki formülünü bile bilmediği dezenfektanı, meslek liseli gençler üretti. Üniversite meslek sahibi etmezken meslek lisesi yaş 18 olmadan bir meslek bir yetkinlik kazandırıyor. İş olsun diye işsizlik rakamları düşsün diye körleme üniversiteye gidilirken, meslek liseleri birçok üniversiteden daha büyük işler başarabiliyor. “Ben bu ülkenin öksüz çocuğuyum ama gençliğe meslek kazandırmak için üniversite çok geç, gelin buradan başlayın” diyor. “İşsizlik ancak üniversiteye bazı yetkinlikleri kazanıp giden lise mezunlarıyla azalır” diyor. “Üretkenlik burada da oluyor, bizi görün, bize de yatırım yapın” diyor. “İnsanları boş durmaktan ancak böyle kurtarabilirsiniz” diyor.

Yıllar önce dinlemiştim; iki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeyi sağlarmış:

  1. Baskın yeteneğini bulmak
  2. Cidden sevdiğin işi yapmak

Gelecek nesilleri kurtarmanın çaresi bunlar. Hiçkimsenin evladı boşa kürek çekmesin. Daha 20 yaşına gelmeden gözlerindeki parıltı kaybolmasın. Daha çocukluktan itibaren herkese kişilik ve yetenek testleri yapılan, baskın yönlerin periyodik olarak tespit edildiği bir eğitim sistemi şart. Lise ve üniversitede kişinin yeteneğine ve kabiliyetine aykırı bölümlerin tercihi dolaylı olarak desteklenmemeli. Yerine ulaşmayan ve katma değer getirmeyen o kadar teşvik ve hibe var ki, onlar böyle bir temel kurulmasına harcanmalı. Sanat, fen, sosyal ya da spor, hangi dalda yetenekli ise öğrenci, aç kalma korkusu yaşamayacağı bir ekosistem ve disiplinle, hayata hazırlanmalı. Olimpiyatlarda bir avuç altın parçasının yüzbinlere ilham olduğu ortada.

Atalarımızın adam olacak çocukların teşhisine dair kinayeli önsezilerine güvenmeliyiz. Muhakkak daha çocukluktan baskın yeteneği ölçebilecek bir ölçek vardır ve bugün bunu istisnasız yurt çapında uygulamanın önünde bir engel de yok. Mesela insan sevmeyenler ve dert dinlemeyi sevmeyenler, hekim olamamalı. Kendi ifadeleriyle “iyi bölüme” puanı yetmeyenler sınıf öğretmeni olmamalı. Sadece atanamadığı için polisliğe yönelen ve içinde lisans puanı ve harcadığı yıllarına dair hınç bulunan agresif kişilerin bu tercihleri çok dikkatle ele alınmalı. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde bir oraya bir buraya zıplayanlar, aç tilkiler, ezik bir çocukluk ve gençlik geçirenler, gizli harisler de akademisyen olamamalı.

Her şeyi sil baştan tasarlamak için şimdi iyi bir zaman. Dünya ve Türkiye, büyük bir kriz yaşıyor. Dillere pelesenk olsa da, yine tekrar edelim: Bundan sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Her şey yıkılmayacak fakat en temel ezberlerimiz bozulacak, hazır olalım. Eğitim sistemini belki alt üst etmek gerekecek. Belki böyle olunca altından daha güzel şeyler çıkacaktır.

Güzel ülkemizin eğitimi ve sistemi olan bir maarife kavuşması dileğiyle.

Selamlar.

Ahmet Koçak